Anadolu renkleri Abdallar
Abdal, Türk tasavvufunun daha radikal formlarında karşılaşılan en üst mânevî mertebenin bir adıdır.Sünnî İslam dışında kalan birçok Türkmen dinsel topluluğunda rastlanmakta, Derviş veya Baba da denmekteydi.
Abdallığın Özellikleri
Bir abdal Allahtan başka dünyadaki her şeyden vazgeçmiş kişidir. Abdallık mertebesine ermiş kişi hakikatın mutlak ve doğrudan bilgisine erişebilmektedir. Toplumsal bir şahsiyet olarak abdal zayıf, ezilmiş ve baskı altında olanlara yardım elini uzatan, ve toplum içinde ahlaksızlıklara karşı mücadele veren bir otoritedir. Daha ziyade göçebe Türkmenlerarasında yaygın olan abdallar Selçuklu veya Osmanlı yerleşik devlet otoritesi karşısında çevre halkının hoşnutsuzluklarını dile getirmişler ve çeşitli isyan hareketlerinin başlatıcısı olmuşlardır.
Birinin yerine geçen, karşılık anlamına gelen bedel ve bedîl kelimelerinin çoğuludur.
Tasavvufî bir terim olarak ise “dünya ilgilerinden kurtularak kendisini bütünüyle Allah yoluna adayan ve ricâlü’l-gayb diye adlandırılan veliler topluluğu içinde yer alan “sûfî veya erenler” anlamına kullanılmaktadır. Bu kelime yerine budelâ kelimesi de kullanılmaktadır.
Abdallar, insanlara karşı iyi niyetli, kendilerine kötülük yapanları bağışlayan, sahip oldukları şeyleri başkalarıyla paylaşan, kazâ ve kadere gönül hoşluğu ile boyun eğip rıza gösteren, haramlardan titizlikle kaçınan, ibadetlerinde ihlâs ve samimiyeti ön planda tutan, sevgi, şefkat, merhamet ve iyi niyet gibi ahlâkî erdemlerle donanmış kimselerdir.
Türkiye'de en çok İç Anadolu bölgesinde bulunurlar. Kırşehir, Keskin, Balâ yörelerinde abdallar hayatlarını müziğe adamış şekilde yaşamaktadırlar. Balâ ve Keskin yöresinin kültürel havzası aynıdır.
Türkiye'de en çok İç Anadolu bölgesinde bulunurlar. Kırşehir, Keskin, Balâ yörelerinde abdallar hayatlarını müziğe adamış şekilde yaşamaktadırlar. Balâ ve Keskin yöresinin kültürel havzası aynıdır.
Balâ ve Keskin'de genelde halaylar çekilir. Kırşehirli abdalların misyonu farklıdır. Kırşehir'in oyun havaları meşhurdur. Balâ ve Keskin'li abdallar Hacı Taşan'ı"Toplumun en mümtaz şahsiyeti" olarak kabul ederler. Kırşehirli abdallar ise Neşet Ertaş'ı "Toplumun örnek alınmaya lâyık en gözde kişisi" olarak kabul ederler. Bu iki yörenin de çalgıları farklılık göstermektedir. Geçim kaynakları kendilerine özgü enstürmanları çalıp, söyleyip para kazanmaktır. Müziğe yetenekleriyle ünlüdürler. Müzik kulakları çok gelişmiştir. Nota bilmezler. Balâ ve Keskin'deki abdalların bugün İran topraklarında yer alan Horasan bölgesinden geldikleri söylenmektedir.
Tarihsel Nitelikleri
Abdallar İslam dini ile Türklerin İslam öncesi şamanizmini şahıslarında birleştirmişlerdi. Eskiden Kök Tengri ile mânevî bağlantı kurabilen "Kam" karakteri, İslamlaşmayla beraber yerini "Abdal" kişiye bırakmıştır.
Anadolu'nun 11. yüzyıldan başlayarak Türkmen göçüne maruz kalması abdalları ve babaları da buraya getirmiştir. Sarı Saltuk gibi bazı abdallar Osmanlılardan önce Balkanlara geçerek dinsel etkinliklerde bulunmuşlardır. Baba İshak'ın 1239/1240'da Adıyaman bölgesinde başlattığı Babaî İsyanı Anadolu Selçuklu Devleti'nin zayıflamasına ve Moğolsaldırısına 1243'de karşı koyamayışına yol açmıştır.
Söğüt-Bilecik bölgesinde ortaya çıkan Osmanlı Beyliği'nde abdallar (Edebali, Geyikli Baba) Osmanlı Beylerine (Osman Gazi, Orhan Gazi) yakın duran kişilerdi. Osmanlı erken döneminde abdallar gerek Batı Anadolu, gerekse Balkanlardaki Hıristiyan nüfusun İslamlaşmasında etkili olmuşlardır. Bunda, İslamın değişmez şartlarını empoze eden kitabî yaklaşım yerine yerel geleneklerle uyuşmaya yatkınlık, yani yerel geleneklerle İslam geleneklerini uyum içine sokan tutumun payı belirleyiciydi.
15. yüzyılda abdallar giderek Osmanlı Devleti'nin merkezîleşme ve bürokratik bir imparatorluğa dönüşme sürecinin dışında kalmışlar, ve Sünnî İslam'ın Edirne ve 1453'ten itibaren İstanbul'da yerleşmesi sonucunda düzendışı bir niteliğe bürünmüşlerdir. İran'da Safevî Devleti'nin kurulması ve Kızılbaş etkinliğinin Anadolu'da yayılması ile birlikte abdallar Kızılbaş hareketiyle bütünleşmiştir.
Asagida resimde osmanlidan önce Ahmet yesevi bektasilarinda makedonya'ya gönderilen abdal sari saltuk'un tekkesi ve yukarida yazit görülüyor
Kültürel Nitelikleri
Halk sufiliğinde, abdalların istedikleri zaman istedikleri mekânda olabileceklerine inanılır. Yani inanışa göre; zaman ve mekân sınırlarını aşabilme gücüne sahip olduklarına inanılır."Onlar, bazı müstesna varlıklar dışında kimseye görünmezler." İnanışa göre gizli güçleri olan ve büyü gücüne sahip olan abdallar, bol yağmur yağması, bereketin artması ve belalardan korunmak için Allah’tan ne dilerse kabul edilir.
Abdal hakkındaki görüşler, Türk halk inanışlarında da kendine yer edinmiştir. Örneğin, Dağıstan’da yaşayan Türk topluluklarından bir kısmında yaygın olan inanışa göre, eğer dokuz aylık bebek, anne rahminde ölmüşse, bunu Abdal götürmüş demektir. Söylenenlere göre uzun ak sakallı olan Abdal, dağlarda yaşar, dağ keçileri arasında dolaşıp onları korur. Kimselere görünmez. Avcılar onun adına dua edip kurban verirlerse avları uğurlu olur. Eğer bunu yapmazlarsa ne kadar usta avcı olurlarsa olsunlar o avdan eli boş dönecekleri kesindir.
Abdal, insanların yalvarışlarını dinler. Onlara acır, ancak verdiği nasihatlerin de dinlenmesini ister. Bazı mitolojik metinlerde Abdal’ın ölmüş dağ keçisini dirilttiği ve yeniden hayat verdiği bile anlatılmıştır.
Bugünkü Saka Türkçesinde, erkek Şamanlara lakap olarak “Abıdal” şeklinde bir sözcük vardır. Bu sözcüğün "Abdal" sözcüğüne benzerliği dikkat çekicidir. Azerbaycan’da bir zamanlar aşıklar yetiştirmekte ünlü olmuş, Abdal adında bir şehir bile vardır. Ayrıca "Abdal" sözü, tarihte “Ağ Hun” adıyla bilinen Eftalitler'in adıyla da bağlantıdır.
Aleviler'de Abdallık kültürünün varlığı, Hazar Denizi’nin güney kıyısında yaşayan Türkmen boylarında Abdal adını taşıyan insanlara rastlanabilmesi, Abdalların gizli dillerinin olması, Anadolu’daki Abdalların, daha çok göçebe hayatı sürerek, çalgıcı, türkücü ve masalcı olmaları, Köroğlu masallarını söylemekte meşhur olmaları, kendilerine Alevi diyen bu insanlarınEhl-i Beyt’in kulları olduklarını söylemeleri, Muharrem ayında Kerbela şehitlerine yas tutmaları, (Anadolu Abdallarına, en çok Alevilerin sıklıkla yaşadığı yerlerde rastlanır) ve bunlar gibi birçok örnek, gerçekten bu sözcüğün çok eski tarihi kökleri olduğunu gösteriyor.
Değişik kaynaklardan edinilen bilgiye göre bu sözcük, İran’da 11. ve 14. yüzyıllarda kaleme alınmış edebi metinlerde “Derviş”, 15. yüzyıla ait metinlerde ise “Divane” anlamında kullanılmıştır. Kimi zaman onlardan bahsedildiğinde de “ışık” sözcüğü kullanılmıştır. Daha sonraları Bektaşiliğin onu içine aldığı, bir kısmını değiştirdiği ve hatta erittiği yönünde görüşler de vardır.
Abdallardan birkaç kişi, her tarafın karla kaplı olduğu soğuk bir kış günü komşu köyde hasta yatan birini ziyarete giderler. Geçmiş olsun dileklerini söyleyip hastanın rahatsızlığı hakkında konuşurken içlerinden biri 'Ağam Kızılırmak'ın buz gibi suyundan getirilse de içsen heç bir şeyciğin kalmaz' der. Köylülerden biri 'Ustam çok doğru söylüyon. Al şu testiyi hayrına Kızılırmak'tan doldur getir de hasta içsin, sevaba girersin' der. Usta mecburen o soğuk havada su getirmek üzere testiyi alıp yola koyulur. Karların içinde güçlükle yürüyen abdalı gören biri 'Hayrola usta! Bu kışta kıyamette nereye böyle?' diye sorar. Abdal da 'Bir bok yedim de Kızılırmağa ağzımı yıkamaya gidiyorum’ der.
** *
Abdalın biri oğluna kız istemeye gitmiş. Kızınız Kadifeyi oğlum Selahattin'e istiyorum demiş. Kızın babası 'Olur istediklerimi verebilecek misin? bakalım' demiş, başlamış istediklerini sıralamaya 'Mor göçüğü (eşek) isterim bir, kırmızı kayışlı davul isterim iki, gümüşlü Maraş zurnası isterim üç, ala tazı ile kınalı kekliği de isterim dört'. Oho.. demiş oğlanın babası, 'Ben bu katlak (kadar) mal verdikten keri Setter oğlu Hetter'in kızını bile alırım oğluma' demiş.
** *
Abdallar arasında bir kavga olur. Yargıcın karşısına çıkılır. Yargıç şöyle bir bakar. İçlerinden yaşlıca bir kadına sen bunların büyüğü sayılırsın. Kavgalarını neden engellemedin?' diye sorar. 'Kurban olduğum hakim bea' der kadın, 'ulan etmeyin eylemeyin hökümet götümüzün ağzında dedim sözümü dinleyen olmadı' der.
** *
Abdalın biri oğluna davul çalmayı öğrenmesini söyler. Oğlu önce zurna çalmayı öğrenmek istediğini söylerse de babasının ısrarı üzerine davul çalmayı öğrenir ve çok meşhur bir davulcu olur. Davulunu da hep evin duvarının dışına, çelenin altına asar. Karı, çok yağdığı bir kış günü annesi oğlundan damdaki karları aşağıya kürelemesini ister. Oğlan karı kürelerken ayağı kayar ve damdan düşer. Düşerken de duvarda asılı davula çarpar ve davulla birlikte yere düşerler, davul patlar. Oğullarının damdan düştüğünü gören anne baba koşarak gelirler, bakarlar oğullarında birşey yok. Baba hemen 'Ulan eşşoğleşşeğin sıpası zurna öğreneceğim diye diretiyodun, dua et davulu öğrenmişsin ya zurnayı öğrenseydin şimdi ne halt edecadın' der.
** *
Abdallardan biri konser vermek üzere Japonya'ya, biri de Fransa'ya gider gelir. Yolculuklarını arkadaşlarına anlatmaya başlar. Fransa'ya giden, 'uçağa bindikten sona üç saat heç durmadan havada uçduk, yemamizi bile uçakda yedik' diye yolculuğunu anlatırken Japonya'ya giden, 'senin gittiğin yer surdan şura, üç saatlik yol, ya benim gibi Japonya'ya gitseydin ne yapacaktın?. Tam on iki saat göğün yüzünde uçtuk, üstelik havada üç kez yemek molası verdik' der.
** *
Abdallardan biri büyütmek üzere elli altmış tane gülük (hindi) yavrusu alır. Gülükleri Ağbayır'a yaymaya götürdüğünde yanına arkadaşları gelir. Hoş beşten sonra beraberlerinde getirdikleri mezelerini ve rakılarını çıkarıp birlikte içmeye başlarlar. Aradan biraz zaman geçince içlerinden biri Abdal'a 'şu gülüklerin irilerinden birini kes getir de meze edelim' der. Abdal peki deyip gülüklerin yanına gider, bir de bakar ki bütün gülükleri bir gelincik boğarak öldürmüş. Neye uğradığını şaşıran abdal, 'ulan gelincik! oğlan mı everiyodun, giz mı çıkarıyodun, yoğsam oğluyun sünnet döğünü mü vardı? Hepsini boğup boğup atmışsın, insan bidenesini bari bırakır' der.
** *
Abdallardan biri midesindeki ağrılardan dolayı doktora gider. Doktor muayene ettikten sonra 'miğden de ülser başlangıcı var söyleyeceklerimi yapmazsan daha çok ilerler. Öncelikle sigarayı ve içkiyi bırakacaksın, acı, kızartma, bulgur pilavı, kuru fasulye gibi mideye dokunan şeyleri yemeyeceksin' der. Abdal en çok içki ve sigaranın yasaklanmasına üzülür ve 'Doktor bey ara sıra da mı içmiyecaam?' diye sorar. Doktor kesinlikle içmeyeceğini söyler. Abdal 'peki' deyip tam kapıdan çıkarken dönüp 'gavun zamanı da mı içmiyecaam doktorum' der.
* * *
Abdallar Hirfanlı Barajı'nın kenarındaki bir köye düğün çalmaya giderler. Gelinin köyüde barajın karşı tarafında olduğundan gelin almaya kayıklara binilip gidilecektir. Köylüler davul zuma eşliğinde" barajın kıyısına gelip kayıklara binmeye başlarlar. Düğün sahibi ustalara, 'haydi sizde binin' der. Rüzgardan dolayı barajda dalga olduğundan kayıkların durmadan sallanmasından korkan ustalar binmek istemezler ama 'herkes binsin de ağam biz ondan sona binelim' derler. Bütün kalabalık kayıklara biner ama abdallar hala kenarda beklemektedirler. Düğün sahibi gelir ve 'hadi bakalım sizde binin, gidelim' der. Ustalardan biri 'ağam sıkış sıkış biz de binmeyelim. Siz gelini alıp gelin, biz burada davul zurnayı çalalım, sona beraber dönelim' der. Düğün sahibi kızarak 'öyle şey mi olur? hadi binin bakıyım kayığa' deyince ustalardan biri, 'Atatürk buralardan heç geçmemiş ellaam (herhalde)' der. Düğün sahibi 'şimdi bunun Atatürk'le alakası ne?' diye sorduğunda, abdal 'hiç demokrasi yok da ondan' demiş.
** *
Abdalın biri yolda yürürken ayağı tökezler. Düşmek üzereyken kendini toparlayıp 'Hazretim aradığın ben değilim' der.
** *
Abdallar köyün birinde düğün çaldıktan sonra evlerine, gitmek üzere yola çıkarlar. Yol, mezarlığın yanından geçmektedir. Köyden bir delikanlı abdalları korkutmak için beyaz bir çarşaf alır, onlardan önce giderek mezar taşlarının birinin arkasına saklanır, çarşafı da üzerine örtünür. Abdallar mezarlığa geldiklerinde Kabadayı (asıl adı Hüseyin) lakaplı abdal, 'durun uşak! şurda yatannara bir selam veriyim de öyle geçelim' der. Diğerleri, 'bırak selamı falan, geçip gidelim' derlerse de Kabadayı, 'Selamünaleyküm ey ehli guburlar' diye seslenir. Taşın arkasına saklanan genç, 'Ve aleykümselam ey ehli faniler' diyerek taşın arkasından çıkar. Korkudan neye uğradıklarını şaşıran abdallar kaçmaya başlarlar. Epeyce kaçtıktan sonra bitkin halele dururlar ve içlerinden biri, 'selam verip de napıcadın elin alemin ehli guburlarını, az daha canımızdan olacaadık' der.
** *
Abdalın biri kumar oynarken sürekli ütülüyormuş. Elindeki son parayı da oyuna katmış. Eli iyi gelmiş ama sinek ikilisi gelirse kazanacak. Kağıdı çekmiş çekmiş ama sinek ikilisi bir türlü gelmemiş ve oyunu başkası kazanmış. Duruma çok sinirlenen Abdal, 'a….na k...duğumun sinağın ikilisi! ha bana gelseydin' demiş. Oyunculardan biri, 'kağıda küfretme' diye abdala kızınca o da, 'niye kızıyon ağam. Sinağın ikilisiyle akrabalığın mı var da alındın' der.
** *
Büyük şehirlerden birine giden abdal tıraş olmak için berber arar. Bakar ki bütün berber dükkanlarında kuaför diye yazıyor. Bizim oralarda berber diyorlar ama demek ki buralarda kuaför diyorlar diye düşünür. Girip tıraş olmaya karar verir ve kendi kendine, 'bizim oralarda tıraşı beş yüz bine ediyorlar, hadi burada da olsa olsa bir milyon liraya olsun' der ve oturur tıraşını olur. 'Borcumuz ne kadar ağamın oğlu' der. Berber 'beş milyon lira' deyince, 'sen tıraş mı ettin, yoksa beyin ameliyatı mı ettin gardaşlığım' der.
** *
Abdalın birisi bir otomobil almış arkadaşlarını bindirerek gezmeye çıkmış. Yolda giderken trafik suçu işlemiş. Orada duran polis görmüş ve bunları durdurmuş. Arabanın yanına gelen polis içindekilerin abdal olduğunu anlamış ve 'ver bakalım ehliyetini, hatalı geçiş yaptın, ceza yazacağım' demiş. Abdal, 'benim suçum yok, beni lafa tuttular, işaretleri fark edemedim, ceza yazma da gidelim. Bir daha dikkat ederim' demiş. Trafik polisi, 'size bir soru soracağım, bilirseniz ceza yazmayacağım, bilemezseniz yazacağım' demiş ve 'İstiklal Marşımızı kim yazdı söyleyin bakalım?' diye sorusunu sormuş. Abdallar düşünürken içlerinden biri "ben söyleyeyim" demiş ve 'Ali Ağam (Çekiç Ali) yazdı desem biraz genç, olmaz. Neşet Ağam yazdı desem, o daha dünkü çocuk, hiç yazamaz. Yazsa yazsa Muharrem Ağam (Neşet Ertaş'ın babası Muharrem Ertaş) yazmıştır' der.
** *
Bir abdal çocuğu tomruk yüklü kamyondan yuvarlanan bir tomruğun altında kalıp ölmüş. Çocuğun anası ağlayarak diyormuş ki, 'yavruma Azrail'in gücü yetmemiş de üstüne tomruk yuvarlayıp öldürmüş'.
** *
Bir abdal delikanlısı bir suçtan dolayı karakola düşmüş. Delikanlının anası durur mu? seyirtip karakola gelmiş. Varıp komiserin karşısına dikilmiş. 'Komser bea!' demiş. 'Çocuk kara bıyığının üstüne yemin ediyo daha ne istiyon'.
** *
Bir düğün sonrası beş altı kişilik usta ekibi ırmağın kenarına oturup kazandıktan parayı paylaşmak isterler ama bir türlü eşit olarak dağıtamazlar. Uzun süre uğraşırlar ama beceremeyince içlerinden biri, 'ne uğraşıp duruyosunuz artan parayı ırmağa atalım gitsin' der.
** *
Bir düğünde oldukça sarhoş olan misafirler ustalara eziyet etmeye başlarlar. İçlerinden biri ustalara küfür eder. Ustaların en yaşlısı küfür edene yaklaşır, 'ağam sen niye bize küfür ediyon, alacağın mı kaldıydı da onu ödeştiriyon' der.
** *
Bir abdal delikanlısı babasına davul zurna çalmak istemediğini, okuyup hakim, avukat olmak istediğini söyler. Babası oğluna, 'avukat hakim olup da onun bunun ağzına bakacağına, sırtı boz davullu yiğit ol da herkes senin ağzına baksın' der.
** *
Emireri olarak askerlik yapan abdalı komutanı çağırır ve 'başım ağrıyor, git bana bir gripin al getir' der. Abdal selamını verip çıkar ama çıkar çıkmaz da gripinin adını unutur. Komutana ne alacağını sormaya da cesaret edemez ama başka şekilde sormayı planlayarak komutanın yanına tekrar girer ve 'komutanım senin dediğin şeyden yoksa havla (helva) alıyım mı' der.
** *
Kabadayı bir gün hiçbir enstrüman çalmayı öğrenmeyen oğluna kızar ve 'belleye-ceksen bu zenaatı belle, yoğsa seni Gale Mektebine yazdırır taş merdivenneri günde iki kez çıkartıp indittiririm' der.
** *
Bu fıkranın diğer bir çeşitlemesinde de Kabadayı oğluna, 'bu zenaatı belleyeceksen belle yoğsa seni öğretmen yapar köy köy süründürürüm' der.
Kabadayı düğün çalmanın yanı sıra sünnet de yapardı. İlkbaharda sünnet çantasını alır, yanına bir de davulcu alıp köyleri gezerek sünnet yapardı .Yine bir gün köyün birinde sünnet yapmak için gezerken bir kadın eline bir tavuk almış kestirmek için erkek aramaktadır. Kabadayıyı görünce, 'şu tavuğu kesiver ağam' der. Kabadayı da, 'olur' der ve tavuğu keser. Bu sırada gelin kaynanasına yavaşça, 'bu kara kuru adamın kestiği yenir mi, başkasına kestirelim' der. Kabadayı bu sözü duyar, geline dönerek, 'senin kocayınkini de ben kestiydim onu yiyon da tavuğu niye yemeycaan' der.
** *
Kabadayı kurban kesiyormuş, deriyi yüzemediği için de eti derisiyle kesip parça parça, koyuyormuş. Kadınlardan biri, 'Kabadayı sen ne yapıyon öyle? o nasıl kurban kesmek? eti derisiynen beraber kesiyon' der. Kabadayı cevabı kondurur, 'etini yerken gönünü de siz ayırın'.
** *
Kabadayı bir düğünde ikram edilen içkilerin hepsini içince biraz sarhoş olur. Düğün sahibinin gösterdiği odaya gidip arkadaşlarıyla birlikte yatar. Kabadayı sık sık kafasını kaşır ama bir türlü kaşıntısı geçmez. Aradan biraz zaman geçince abdallardan biri, 'kim o benim gafamı kaşıyıp duran' der. Kabadayı da, 'hele gaşıyom gaşıyom da bir türlü lezavetini alamıyodum, demek ki gendi gafam diye senin gafanı gaşiyomuşsum' der.
** *
Kırşehir Abdallar Topluluğu, Kültür Bakanlığı'nın düzenlediği bir törende konser vermek için Ankara'ya gelir. Ankara girişinde bir nedenden dolayı trafik tıkandığı için trafik polisleri otobüsü bekletirler. Konsere yetişememe korkusu sarar abdalları, ama hiç kimse trafik polisine bir şey söyleyemez. Epeyce bekledikten sonra abdallardan biri dayanamaz otobüsün içinde ayağa kalkar ve 'biz Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı'nın sanatçılarıyız. İki saattir bizi burada nasıl bekletirler?. Ben bunu Bakanıma söyleyeceğim. El mi yaman bey mi yaman görsünler' diyerek yerine oturur.
** *
Kırşehir'den İzmir'e taşınan abdallardan biri çalgıcılığı bırakıp hurdacılık yapmak için kendine ve oğluna elle itilerek sürülen dört tekerlekli araba alır. Birlikte işe çıktıkları bir gün ışıklı kavşağa geldiklerinde yayalar için kırmızı ışık yanarken abdal sağına soluna bakınır, araba gelmediğini görünce karşıya geçer, dönüp geriye bakar ve yeşil ışığın yanmasını bekleyen oğluna, 'niye bekliyon? kırmızı ışıkta geçersen ehliyetinden puan mı kıracaklar sanki' der.
** *
Nüfus kayıtlarının sağlıklı olarak tutulmadığı yıllarda pek çok insanın kaydı yokmuş. Abdallardan biri de kırk elli yaşlarına kadar kaydını yaptırmamış. Bir gün gezerken jandarmalar yakalayıp karakola götürmüşler, asker kaçağı olduğu anlaşılınca hemen askere almışlar ve kıtaya göndermişler. Aradan onbeş-yirmi gün geçince bir gün komutan, karargahın önünde otururken bakmış ki elbisesi boyundan büyük, şapkası kafasına geçmiş bir asker ortalıkta gezinip duruyor. Emirerine o askeri getirmesini söylemiş. Emireri, 'seni komutan çağırıyor' diyerek askeri komutana getirmiş. Asker komutanın yanına gelince 'Selamünaleyküm ağamın oğlu, beni çağarmışsın' demiş. Komutan, 'bu nasıl selam vermek, bu ne laubalilik? hazrol!' diye bağırmış. Abdal, 'zaten hazırım gurban olduğum' deyince komutan askerin saflığını anlamış, ve 'rahat' demiş. Abdal da 'sayende rahatım gadasını aldığım' demiş.
** *
Silifke Cılbayır köyüne yerleşen bir grup abdal, köyün yerlileri yörükler tarafından köyden çıkartılınca köyün yakınlarında bir yere yerleşirler. Bir gün köydeki bir düğüne konuk olarak gittiklerinde Köse adlı bir köylü, abdal kocasının sakalına falaz (ateş) tutarak yakar. Abdal Gökbelen Yaylası'ndaki Hacı Paşa'ya şikayete gider. Hacı Paşa köylüyü toplayıp yargılarken Köse, Hacı Paşa'ya, 'Abdal yedi yılda bir tüler (tüylerini döker) o da geldi bizim üzerimize tüledi' der.
** *
Üç kansı olan abdala 'bir avrat neyine yetmiyor da üç avrat aldın' diye sorarlar. Abdal, 'bre ağa' der. 'Kapınıza un deyin, bulgur deyin varıyok, eşeğin samanı bitiyor yem deyin varıyok, bir de avrat deyin mi varak, evde bolamadı (bolca) bulunsun bari' der.
** *
Yurt dışında çalışıp emekli olan iki abdal yurda döndükten sonra Hacca gidip gelirler. Uzun yıllar içkili alemlerde bulunan bu abdallardan biri bir gün diğerine, 'hacı sen bir büyük rakı alsan, ben de bir gülük (hindi) alsam da, şöyle Ağbayır'a doğru açılsak' der. Diğeri 'gudurdun mu sen, bir de hacısın!' der. Öteki, 'hacı olunca ne olmuş, kim görecek sanki?' der. Arkadaşı, 'hiç kimse görmese Allah görür' deyince, 'Allah görünce gelip de Uzun Çarşı'da anlatacak diyal ya' der.
EmoticonEmoticon